30 Aralık 2014

Travel: Mimari Harikalar Diyarı : Dubai

 

Kış ve soğuk hoşunuza gitmiyorsa, şöyle güneşin hükümranlığında deniz kenarı biryerler aklınızdan geçiyorsa işte Dubai tam size göre ! Üstelik Ekim- Mayıs arası gidilecek en iyi zaman , zaten yaz aylarında kavurucu sıcaklar sebebiyle Dubaililer bile terk ediyor şehri . Haydi şimdi  Dubai' yi keşfetmeye ...

Dubai Arap Yarımadası'nda Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan yedi emirlikten birisidir. 1900'lü yıllarda küçük bir balıkçı ve liman kasabasıyken 1930'larda Dünya Genel Ekonomik Krizinin, Dubai İnci Piyasasını da etkileyerek çökmesine yol açmasından uzun bir süre sonra 1969'da Dubai'de petrol bulunarak ihraç edilmeye başlandı. Dubai ekonomisi tarihsel olarak petrol sanayisi üzerine kurulmuş olsa da, Emirlik batı tipi işletmecilik usulleriyle yürüttüğü turizm, havayolları, gayrimenkul işlemleri ve mali hizmetler alanında önemli gelir kalemlerini oluşturmuştur. Aynı zamanda yolcu ve kargo taşımacılığı sektörlerinde de merkez konumdadır. Bugün, Dubai Ortadoğu ve Basra Körfezi bölgesinde sürekli gelişen dünya çapında bir kent olarak ticari ve kültürel bir merkez, kozmopolit bir metropol kentidir.

Dubai birçok farklı mimari tarzda bina ve yapı koleksiyona sahiptir. Şehir çoğu dünya'nın en yüksek binaları olan gökdelenleri ile övünmektedir. 2010'da Burç Dubai (Burj Khalifa'nın)'nin bitirilmesiyle Dubai dünya'nın en yüksek binasına ev sahipliği yapma ünvanını almış oldu . Gökdelen sahip olduğu 829.8 m uzunluğu ile dünyanın en yüksek binasıdır. İslami mimari örnek alınarak; bir çöl çiçeği çeşidi olan ve Dubai'de görülebilen hymenocallis çiçeği soyutlaması olarak üç parçalı ayak üzerine tasarlanmıştır. Betonarme üzerine çelik konstrüksiyon olarak inşa edilmiştir. İçinde otel, iş yeri ve restaurantları barındırmaktadır. Eğer yükseklik rahatsız etmiyorsa Burj Khalifa'nın 124. Katındaki At the Top isimli gözlem noktasından Dubai'ye yüksekten bakmanızı öneririm . Özellikle gün batımında çok yoğunluk olduğu için buraya çıkmak için biletinizi internetten önceden almanız epey yardımcı olur. Yok o kadar yükseği kaldıramam diyorsanız o zaman gökdeleni arka fona koyarak yapılan fıskiye ve müzik gösterisi de görülmeye değer. The Dubai Fountain 30 dakikada bir tekrarlanan ve 150 metreye ulaşarak Dünya'nın en yükseğe fışkıran su şovudur. Bu şovu izleyip yolunuza devam ettiğinizde ise Dubai Mall 'a ulaşmış olursunuz.


Dubai’nin şehir merkezi olarak kabul gören bu alışveriş merkezi, 1200 mağaza ile en'ler kategorisinde Dubai'ye bir artı daha eklemiş oluyor.  İçinde köpekbalıklarıyla yüzülen akvaryum, şelaleler, buz pateni pisti, sinemalar, SEGA isimli bir video oyunları merkezi de olan bu devasa yer herkesin buluşma alanı. Bu alışveriş merkezini bir günde tamamlamak kesinlikle mümkün değil. Ama gezmek için kısıtlı zamanınız varsa ,dev boyutlardaki akvaryumu, olimpik boyutlardaki buz pateni pistini ve Dünya’nın en ünlü markalarının oluşturduğu Fashion Avenue’şunu mutlaka görmenizi tavsiye ederim.

Dubai, alışveriş tutkunları için, kendilerini cennette hissedebilecekleri bir yer. Gezilecek pek çok alışveriş merkezi var. Dubai Malldan önce Dubai’nin en büyük alışveriş merkezi olan Mall of Emirates de bunlardan biri. Dubai Mall kadar büyük olmasa da içinde her markayı yine her bütçeye uygun ürünü bulunduruyor. Mağaza ve restaurantların yanı sıra kapalı bir kayak merkezi var. Yani plajdan sonra kayak için Mall of Emirates'e gidebilirsiniz.


Dubai'nin en lüks yerleşim  bölgesinden biri Jumeirah . Deniz kıyısındaki bölgede şehrin en lüks evleri, binaları ve dünyanın 7 yıldızlı tek oteli olan Burj El Arap yer alıyor. Oteller dışında lüks konutların yer aldığı bölgede, gökdelenlerin kıyısına kadar gelen yat limanı bulunuyor. Karanın içine deniz getirerek oluşturulmuş bölge, kıyıda demirli olan lüks yatları ile de dikkat çekiyor. Cafe ve restoranlarında yer aldığı Jumeirah hem turistlerin hem de Dubaililerin akşam saatlerinde yürüyüş yaptıkları bir yer. Çarşafları ve ağır makyajları ile Arap kadınlarının da boy gösterdiği Jumeirah, Dubai’nin yürüyüş yolu olan tek yeri. Malum iklim dışarıda gezmeye çok müsait değil ama çok sıcak olmayan mevsimde deniz kıyısı boyunca uzanan Jumeriah sahil yolunda yürüyüş yapıp vakit geçirmek oldukça keyifli. Ayrıca Dubai 'nin simgesi haline gelen Burj El Arab'ın da en güzel kareleri bu yürüyüş yolu güzergahında yakalanıyor. Jumeriah plajı ise en gözde plajı Dubai'nin. Plaj olarak diğer bir alternatif ise Kite Beach.

Akşam Dubai'de Venedik'e doğru uzanmak isterseniz istikametiniz doğruca Medinat Jumeirah. Özellikle akşamları vakit geçirmek için keyifli bir yer burası . Kanallarla birbirine bağlanan otel odaları, tekneyle götürüldüğün bar bölgesinde suya nazır manzara- özellikle yine Burj El Arab   panoraması harika-  keyifli restaurant ve barlar , çarşı alanında sisha (nargile) keyfi, gece dans için kulüpler seçenekler arasında. Eğer buradaysanız, Al Fayrooz'da aperatifinizi alıp, Pierchic'de deniz ürünlerinin zevkini çıkarabilir, Centimetro'da manzaraya nazır oturup, Trilogy'de DJ elinden çıkma elektronik müzikle dans edip eğlenebilirsiniz.


Jumeriah Bölgesi'nin hemen yanında ise Dubai'nin dünyada tanınmasında rol oynayan Palmiye Adası yer alıyor. Uzay fotoğraflarından da görünen Palmiye Adası'nı gezdiğiniz zaman cennete mi geldim' düşüncesine kapılabilirsiniz. Dünya zenginlerinin ve ünlülerinin villalarının bulunduğu dünyanın 8'inci harikası olarak kabul edilen adada her türlü lüks ve güzellik bir arada. Palmiye Adası'nın en ucunda yer alan Atlantis Otel de mutlaka ziyaret edilmesi gereken noktalardan. Otel içinde dev bir akvaryum ve yunusların gösteri yaptığı bir havuz bulunuyor. Turistlerin akın ettiği ve alışveriş yaptığı otel, çok estetik manzaralara ev sahipliği yapıyor. Eğer Palmiye Adası'ndaysanız...One and Only Otel’e de mutlaka uğramalısınız. Burası içinde pek çok restoran ve bar olan bir zevk oteli. STAY by Yannick Alléno’da yemek yedikten sonra, havuz kenarında bir kokteyl almanızı öneririm.


Su parklarında vakit geçirmekten hoşlanıyorsanız Jumeriah Beach de Wilde Wadi ve Palmiye Adası'nda Aquaventura seçenekleriniz arasında. Her ikisi de ziyaretçilerine en eğlenceli su aktivitelerini sunmak için tasarlanmış . Ziyaret için seçim sizin !

Deira bölgesi ise İstanbul'da Mahmutpaşa- Kapalıçarşı- Beyazıt bölgesinin daha az tarihi hali olarak düşünebilirsiniz. Dubai’nin bu bölümü geleneksel ile moderni karıştıran gerçek anlamda eklektik bir yapıya sahiptir. Al Ras tarafında metroyla inip mini altın çarşısını gezdikten sonra, bir dirhem verip karşı tarafa, Kapalıçarşı’yı andıran Al Souk mahallesine geçebilirsiniz. Burası  her tür mal satan, dolup taşan dükkanlarla dar pasajlardan oluşan kalabalık bir mahalledir. Deira’da daha doğuda ve Körfez’in kıyısı boyunca kargolarını yükleyip boşaltan antik yelkenlileri bulacaksınız. Ayrıca çinilerle kaplı camisini, elektronik dükkanlarını, müzesini gezebilirsiniz.Bunların yanında ise Deira’nın gelişen iş bölgesinin ışıldayan cam ve çelik kuleleri gibi çarpıcı binalar yükselir. Bu bölgedeki ilgi çekici noktalar arasında Deire Şehir Merkezi alışveriş merkezi, Dubai Creek Golf & Yacht Club, tenis stadyumu, Century & Irish Village ve daha da çok mağaza, restoran ve eğlence yerine sahip Dubai Festival Merkezi yer almaktadır.

Ve Çölde Safari... 

Dubai çölde bir modern zaman vahası haliyle çölün kalbine yapılacak bir gezi olmadan Dubai seyahati tamamlanmış sayılmaz. Sabah erken veya gün batımı saatinde yapılan turlarda harika fotoğraf kareleri yakalamak mümkün. Özellikle 4x4 jeeplerle yapılan çöl safarileri sırasında deneyimli şoförlerin kum tepecikleri üzerinde yaptıkları akrobatik hareketler mide bulantılarına yol açsa da yine de bu macera Dubai'de yapılacaklar listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Yaklaşık 1 saat süren çöl safarisinin ardından aktivite istasyonuna ulaşılıyor. Burada dileyenler kum kayağı yaparak kum tepelerinden kaymak veya ATV sürüşü gibi aktivitelere katılabilir, dileyenler kuma yatarak çölün dinginliğinde huzur bularak dinlenebilir. Bu molanın ardından çölün kalbinde sürüşe devam edilip gün batımında Bedevi kamplarına ulaşılıyor. Burada otantik halı ve minderlerle dekore edilen fellah adı verilen çadırlarda geleneksel Arap misafirperverliğinin sergilendiği kahve ve hurma ikramı ile karşılanıyorsunuz. Ayrıca Dubai'nin sembolü olan şahinleri de görme imkanınız var. Ve tabi ki çölde deveyle de dolaşıp fotoğraf çektirebilirsiniz. Akşam yıldızların altında Arap mutfağından lezzetleri tadıp, dansöz şovu izlerken kendinizi film çekiminde hissetmeniz çok mümkün. 


Dubai bir en' ler şehri . ‘İlk, en yüksek, en derin, en pahalı, zengin, egzotik’ kelimeleri bu şehir için yaratılmış gibidir. Dünya'nın en yüksek binasına çıkıp, en büyük alışveriş merkezinde gezip, en yükseğe fışkıran fıskiye şovunu izleyip , en büyük akvaryumunu ziyaret edip diye uzar gider liste. Çölün Kıyısında tasarım ve konsepte Dayalı bir iş ve yaşam cazibe merkezi yaratmak elbette akıllıca bir stratejik karar. Yaklaşık 60 yıl zarfında ise bunu gerçekleştirmek disiplinli ve kararlı bir çalışma ürünü. 
Kışa mola verip Güneş'e bir selam vermek ve insan yapımı dünya güzelliklerine bir göz atmak isterseniz, işte şimdi Dubai'ye uçmanın tam zamanı.. Keyifli keşifler...

Yapmadan Dönme: 
Burj Khalifa'nın seyir noktasından Dünya'ya en yüksekten bakmadan 
Çöl de safari yapmadan 
Palmiye Adası'nda dolaşmadan
Dubai Mall da şelale ve heykel  yüzücülerini görmeden,akvaryumunu dolaşmadan
Jumeriah Beach Walk üstünde 360 ın manzarasının keyfini çıkartırken koktey içmeden
Medinat Jumeriah da tekne gezintisi yapmadan

Travel: Bereketin ve Narların Ülkesi: Side




Kasım aynının bu son günlerinde , bahar misali güneşli bir günün keyfini sürerken Side'nin günümüzde de hala kullanılan antik Limanı'nın kıyısında boylu boyunca uzanan kafelerden birine oturmuş şu an okuduğunuz yazımı yazıyordum . Apollon tapınağının devasa sütunlarının hemen yanıbaşında yine antik bir sütun parçasını masa olarak kullanarak otururken tarih ve günlük yaşam burada ne kadar iç içe diye düşünüyordum .  Hatta günlük yaşam o kadar antik Side'nin üzerini kaplamış ki bugün 1947-1967  yılları Arasında gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmaları sayesinde gün ışığına çıkan Antik Side'nin sadece yüzde onunu  yeryüzünde görebiliyoruz . Kalan büyük kısım sırlarıyla beraber yaşantımızın altında, bereketli toprağın derinliklerde ...


M.Ö. 6. Yüzyıldan itibaren sırasıyla Lidya, Pers (M.Ö. 547) ve Helenistik krallıkların  (M.Ö.330) hakimiyetine giren Side, M.Ö. 67 yılından itibaren Roma himayesine girmiştir. Side geçirdiği tüm siyasi ve kültürel değişiklik dönemlerine rağmen özgün yapısını korumuş, M.Ö. 5. yüzyıldan itibaren sürekli kendi parasını basmış, M.S. 2. yüzyılda bile dili ve yazısını muhafaza etmiştir.Antik kent kazılarında ele geçen üç adet  Sidece yazıt müzede sergilenmektedir. M.S. 4. yüzyıldan itibaren dağlardan gelen işgalci akınlarla zayıflamıştır. M.S. 395 yılında Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma ( Bizans ) sınırları içinde kalan kent M.S. 5-6. Yüzyıllarda yeniden canlanmış ve Doğu Pamfilyanın piskoposluk merkezi haline gelmiştir. M.S. 7. yüzyıldan itibaren Arap akınları, Rodos, Venedik, Ceneviz korsanlarının talanları ve Kıbrıs krallarının saldırıları ile Haçlı Seferleri sırasındaki yağmalarla zayıflayan kent; 12. yüzyıldan’ dan itibaren tamamen terk edilmiş ve yerli halk Antalya’ya göç etmiştir.

12. yüzyıldan itibaren Alanya ile birlikte Selçuklu hakimiyetine girmiştir.Selçuklu İmparatorluğunun zayıflaması ile birlikte Tekeoğullarına bağlı, Hamitoğulları, Karamanoğulları, İlhanlılar, Kıbrıs Kralları ve Mısır Kölemenleri arasında el değiştiren kent, 1462 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nin Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırmasıyla birlikte tamamen Osmanlı egemenliği altına girmiştir. 1890’lı yıllarda Girit’ten getirilen göçmenler tarafından Selimiye adı altında bir köy kurulmuştur. 

Apollon Tapınağı, Athena Tapınağı, Side Antik Tiyatro, Anıtsal Çeşme, Roma Hamamı ve AA Bazilikası ayakta olan Side Antik Kenti’ni her yıl binlerce turist ziyaret ediyor ve bu tarih ve güncel yaşam birlikteliğinden çok etkileniyor. 

TİYATRO
Anıtsal kapıdan girdikten sonra tüm görkemi ile Side’ye gelen ziyaretçileri karşılayan tiyatro, şehir merkezinde ve yarımadanın en dar noktasında yer almaktadır. Tiyatro Pamfilya’nın değil, tüm Anadolu’nun en büyük tiyatroları arasında yer almaktadır. Side Tiyatrosu’nu diğer tiyatrolardan ayıran bir başka özellik yamaca yerleştirilmemiş, üzeri tonoz kemerlerle örtülü çeşitli mekan ve koridorlardan meydana gelen dıştan 20m. yükseklikte iki katlı galeri ile çevrili bir alt yapı üzerine oturmuş olmasıdır. M.S.II.yy.’ın ortalarında yapılmıştır. Ancak yapılan kazılarda tiyatronun daha erken dönemine ait izlere rastlanmıştır. Yüzyıllar boyunca kullanılan Tiyatro M.S.III.yy.’da orkestra meydanını çeviren taş kaide ve en alt oturma sıraları üzerine 1.50m. yükseklikte  bir duvar oluşturulmuştur ki bu da bize tiyatronun bu dönemde arena olarak kullanıldığını göstermektedir. M.S.IV.yy.’da şehir  sur duvarıyla ikiye bölünmesiyle sahne binası sur duvarı olarak  kullanılmıştır. M.S.V.-VI.yy.’da Side Piskoposluk Merkezi olarak  son refah çağını yaşadığı sürede açık hava kilisesi olarak kullanılmıştır. Bizans Dönemi’nde de restorasyon geçiren tiyatronun günümüzde, T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından büyük bir hızla kazı ve restorasyonu sürdürülmektedir.



APOLLON VE ATHENA TAPINAĞI
Side Yarımadası’nın güney ucunda limanın doğusunda Apollon ve Athena tapınağı yer almaktadır.  Bu gün Bizans Dönemi’nden kalan bazilikanın avlusundadır. Ön tarafında altı yanlarda on bir sütunla çevrili peripteral bir tapınaktır. Bugün beş tanesi ayakta kalmış bu bembeyaz mermer sütunlar gün batımında hatıralarınızda yer edecek en güçlü manzaralardan birini oluşturur. Side'ye giderseniz mutlaka bir gün batımını Apollon Tapınağına ayırın. Side’nin bu iki büyük tapınağı, şehrin iki büyük tanrısı  Apollon ve Athena’ya ait olduğu sikkeler üzerindeki betimlemelerden anlaşılmaktadır. Sikkeler üzerinde Apollon küçük tapınağın önünde ayakta durmakta Athena ise büyük tapınağın maketini elinde tutarken narla birlikte tasvir edilmiştir. Kentte ele geçen en eski buluntu Geç Hitit dönemine ait bazalt bir sunu kabıdır. Nar anlamına gelen “Side” ismini Anadolu’nun en eski halkının dili olan Luviceden almıştır. Nar Anadolulu bir tanrıça olan bereket tanrıçası Kybele’nin simgesidir. Yakın zamanlarda kentte bir Kybele heykelciği  de bulunmuştur. Tapınakların her ikisinin de yapımı aynı tarihlerde Side’nin ikinci parlak döneminde M.S.II.yy.’da yapılmıştır. 


Anıtsal Çeşme: 

Anadolu topraklarında ayakta kalan Roma döneminin en görkemli çeşmesi Antalya Side Antik Kent’te bulunuyor. MS 2′nci yüzyıldan kalma Anıtsal Çeşme’de (Dokuz Çeşmeler) 8 yıldır restorasyon ve ayağa kaldırma çalışması yapılıyor. MS 2′nci yüzyılda 20 metre yüksekliğinde 52 metre genişliğinde inşa edilen çeşmenin meydana gelen depremlerle 20 metre yüksekliğinin günümüzde 12 metreye düştüğü belirtiliyor. Duvarların içerisine oyulmuş yarım yuvarlak üzeri kubbeyle örtülü 3 hücreden oluşan Çeşme'nin üç katlı dekoratif sütunları, balık ve Medusa başları ile süslü tavan levhaları, akantus yaprağı ve yunus kabartma Süslemeleri dikkat çekicidir. Pamfilya’nın ve tüm Anadolu’nun en görkemli çeşmesi olan Side Çeşmesi’nin çok yakın benzeri İtalya’da Septimius Severus zamanında yapılan çeşmedir. Tarih olarak erken olması nedeniyle Side Çeşmesi öncü olmalıdır.

SİDE MÜZESİ: 

Side Müzesi 1962 yılında ziyarete açılmıştır. Müze binası M.S.V. yy.dan kalma antik bir hamamdır. Yapı beş bölümden oluşur. Restorasyon sırasında bu beş bölümden üç tanesinin üzerleri kapatılarak Müze sergi salonları elde edilmiştir. Hamamın diğer bölümleri ve bahçesinde de açık sergileme yapılmıştır.

Müzede sergilenen yapıtların büyük bölümü 1947-1967 yılları arasında Side’de yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan eserlerdir. Ord.Prof.Dr.Arif Müfid MANSEL Başkanlığında yapılan bu kazılardan sonra Side’de yapılan kazılara Antik Tiyatro dışında 1999 yılına kadar ara verilmiştir.

Müzede Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait heykeller, lahitler, kabartmalar, pişmiş toprak, cam ve bronz buluntular ile sikkeler sergilenmektedir. 

1965 yıllarında Side’de pansiyonculukla ve Sidelilerin evinin bir odasını kiraya vermesiyle başlayan turizm bugün Türkiye turizminin en başarılı tesislerine ev sahipliğine  dönüşmüş vaziyette. Sorgun, Ilıca ve Evrenseki sahilleri boyunca yer alan tesisler Antalya'ya gelen tatilcilerin büyük bir kısmını ağırlamakta. Benim tercihim hem orman hem kilometrelerce uzanan kumsallarına sorgun bölgesindeki resort tesisler. Ama yok ben butik otel istiyorum diyorsanız o zaman antik Side'nin kalbindeki , iki katlı taş Side evlerinden dönüştürülen butik otelleri tercih edebilirsiniz. 

Side tatiliniz boyunca faydalanabileceğiniz yakın gezi rotaları ise:

Raftingi de deneyimleyebileceğiniz  Köprülü Kanyon Milli Park'ı ve Serge Antik kenti, Manavgat Şelalesi, Seleukeia Antik Kenti , Oymapinar Baraj Gölü . 

Side bugün hala yaşayan , hareketli , canlı ve renkli bir şehir. Tarihin bilgeliğini çağımızın ihtiyaçlarıyla harmanlanmış ,güncellenmiş ve kendisini ziyarete gelenlere kucak açıyor. Akdeniz'in bu sıcak ve nadide ev sahibesi hala antik dönemlerdeki gibi topraklarında bereket dağıtıyor..


Nasıl gidilir?

Antalya ili, Manavgat İlçesi, Side Beldesinde, Antalya İl merkezine 75 km. mesafededir. Antik kent kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda 400 m. genişliğinde, 1 km. uzunluğunda bir yarımada üzerinde kurulmuştur.

Unutmayın:

Yılda ortalama 300 Güneşli gün yaşayan Antalya Temmuz ve Ağustos aylarında en sıcak dönemini yaşar. Bu sebeple Side'yi ziyaret için en uygun aylar Nisan , Mayıs, Eylül ve Ekim aylarıdır.  

4 Aralık 2014

Travel: Demokrasinin Doğum Yeri : Atina



Hafta sonu nereye gitsem diye mi düşünüyorsunuz ? 

Size tavsiyem : Atina ! 

Cuma günü iş çıkışında sadece bir saatlik uçuştan hemen sonra kendinizi Atina'nın samimi ve renkli sokaklarında dolaşıyor bulacaksınız ! Haydi ne bekliyorsunuz hemen uçakta yerinizi ayırtın. THY, Olympic Airlines, Aegean Air ve Pegasus Havayolları'nın İstanbul - Atina düzenli seferleri var . 



Ege Kıyısı Pire bölgesiyle beraber 4 milyon kişiye ev sahipliği yapan kozmopolit ve sosyal bir başkent Atina . Adını kentin koruyucusu olan zeka, sanat, ve strateji tanrıçası Athena dan almış ve isminin hakkını veriyor. Demokrasinin doğum yeri olan bu kent Neolotik Çağdan beri yerleşim yeri olmuş. Antik Yunanistan'ın lider kenti olarak kültür ve ticaret merkezi de olmuştur. Erken ortaçağ boyunca önemini yitirse de daha sonra Bizans İmparatorluğu Döneminde yeniden canlanmış, gelişmiş ve ünlenmiş. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde ise önem ve merkezi konumunu Selanik'e kaptırsa da 19. Yüzyıl Yeni Yunan Devleti'nin başkenti olmuştur. 

Antik dönemin mirası kendini şehirde fazlasıyla hissettirmektedir. Bu döneme ait en ünlü yapı UNESCO Dünya Mirası Listesinde bulunan Akropolis'dir. Atina gezilerinin geleneksel başlangıç noktası, M.Ö. 5. yüzyıldan kalma tapınakların bulunduğu Atina Akropolü şehirden 90 metre yukarıda bulunan tepenin üstünde yeralır ve Atina'nın her noktasından rahatça görülebilir. Özellikle gece ışıklandırmasıyla gerçekten görülmeye değer bir manzara oluşturur. Akropolis’in ismi, Yunanca’da akro “yüksekte olan” ve polis “şehir” kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Burada Yunan Mimarisinin en ünlü yapıları  bulunur:

Parthenon: Parthenon Atinalılar tarafından şehrin koruyucu patronu Tanrıça Atena'ya ithafen yapılmıştır. Atina Demokrasisinin yükselme döneminde M.Ö. 447-438 yılları arasında meşhur Maraton zaferinden sonra tamamlanmıştır.

Erehtion ( Erechtheion): Kutsal Akropolis kayasının kuzey kısmında bulunan yapı M.Ö. 421-406 yılları arasında tamamlanmıştır. Yapı Pentelik mermerleri kullanılarak inşa edilmiştir. Yapının ön kısımının çatısı kadın şeklinde yapılmış Karyatides olarak adlandırılan 6 kolonla desteklenmektedir. Akropolis açık hava müzesinde bu kolonların kopyaları sergilenirken modern Akropolis müzesinde 6 kolonun 5 tanesi sergilenmekte diğeri 19. yy'da İngiltere tarafından kaçırıldığı için İngiltere'de sergilenmektedir.



Propileya : Tepenin batı ucunda M.Ö. 510-480 yılları arasında inşa edilen yapı Atina Akropolisi'nin girişi işlevini görmekteydi. Bugün epeyce yıpranmış olsa da Almanya'da bulunan Brandenburg kapısının yapılmasına ilham kaynağı olmuştur. Öyleki Brandenburg Kapısı Propileya kopya edilerek yapılmıştır.

Atena Nike Tapınağı : Akropolis'in güneydoğu ucunda yer alan tapınak mimar Kallikrates tarafından tasarlanmış ve M.Ö. 426-421 yıllarında daha eskiden yapılan tapınağın Pers savaşları sırasında yakılması sonrası inşa edilmiştir.

Herod Atticus Odeonu: Atina'nın önde gelen kişilerinden Herod Atticus tarafından karısının anısına yaptırılan konser salonu Akropolisin güneybatı yamacında yer alır. 1950 de ki restorasyonun ardından 5000 kişilik kapasitesiyle Atina Festivaline ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Heryıl Mayıs ve Ekim ayları arasında düzenlen festival kapsamında dünya çapında ünlü pekçok sanatçı burada seyircilerle buluşur. Bu sanatçıların isim listesinde Maria Callas, Frank Sinatra, Nana Mouskouri ,Luciano Pavarotti, Elton John,Plácido Domingo, José Carreras, Montserrat Caballé, the Bolshoi Ballets, Joaquín Cortés, Paco de Lucía, Diana Ross, Liza Minnelli, Goran Bregovic, Jean Michel Jarre, Mikis Theodorakis, George Dalaras, Haris Alexiou vs. gibi önemli isimler yer almaktadır. Ama siz yine de eğer denk gelebilirseniz en sevdiğim tenor Mario Frangoulis' in sesiyle keşfedin bu tarihi Odeonu ve kendi evinde , Atina da verdiği konserin eşsiz keyfini sürün .(konser programı için www.mariofrangoulis.com) 


Yine bu bölge bulunan Diyonysos Tiyatrosu da tıpkı Herod Atticus Odeonu gibi Atina Festivaline ev sahipliği yapar

Akropolisten aşağı devam edildiğinde yolumuzun üstünde Akropolis Müzesi Karşılar bizi:

Akropolis platosunun güneyinde bulunan bu müze Antik Yunan kültürünün zenginliğini somut olarak gözler önüne seren pek çok esere ev sahipliği yapıyor. Bu bölgede bulunan heykeller, frizler ve Erekhtheion’un orijinal karyatid heykellerini, ayrıca tapınakların süslemeli alınlıkları ve iç tapınaktaki Athena adakları da bu müzede görebilirsiniz. Ben koleksiyonların yanında müzenin yer yer bırakılan cam tabanlarından alt katmanların görülebilmesini ve eserlerin sergilenme ve bilgilendirme şekillerini de çok beğendiğimi söylemeliyim



Müze ziyaret saatleri: (Salı – Cuma 08.00 – 19.00, Ptsi 11.00 – 19.00)
Giriş ücreti: Akropolis girişinde alınan biletle gezilebilir.
www.theacropolismuseum.gr

Keyifle geleceğiniz diğer bir önemli müze ise Ulusal Arkeoloji Müzesidir:

Yapımına 1866’da başlanan ve 1889’da tamamlanan müze Yunanistan’daki en önemli arkeolojik müzedir. Aynı zamanda dünya çapında da Yunan sanat eserlerini sergileyen müzeler arasında en kapsamlı olanlarından biridir. Günümüze dek Yunan sanatını besleyen kültürlerden bugüne ulaşabilmiş her tür sanat eseri bu müzede yerini almıştır. 48 odadan oluşan müze iki katlıdır. Yunan heykel sanatının en önemli koleksiyonunu ve Avrupa’daki dördüncü en önemli Mısır sergisini burada görebilirsiniz. Özellikle M.Ö. 1500’lerden kaldığı tahmin edilen altın Agamemnon Maskesi mutlaka görülmelidir . Atina gezisinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken bu çok kapsamlı müze için en az üç saatinizi gözden çıkarmalısınız.

Akropolis’in bulunduğu tepenin hemen eteklerinde Atina’nın en eski yerleşim yerleri bulunur: 

Anafiotika, Akropolis’in hemen altında yer almaktadır. Bölgenin karakteristik özelliği, çoğu Yunan yerleşiminde de görülen, beyaz boyalı yazlık evler ve pencerelerin, kapıların önlerini süsleyen sardunyalardır. Kendinizi bu Şirin sokaklarda gezerken sık sık adalarda hissedeceksiniz. 

Dolaşmaya devam ettiğinizde Atina'nın kalbi Plaka bölgesine ulaşırsınız. Tavernaları, daracık taş sokakları, sokaklardaki satıcıları, sardunyalı cumbalı evleri, antika dükkânları, galerileri ve yemekleriyle Plaka bölgesi, Atina’da mutlaka görülmesi gereken noktalardan biridir. Gündüzleri sokaklarında dolaşıp hediyelik eşya ve renkli el sanatları mağazalarından alışverişlerinizi yapabilirsiniz. Akşamları ise bölgenin en yoğun olduğu zamandır. Atina’nın gece hayatının canlılığını burada görebilirsiniz. Tavernalardan taşan Rembetiko ezgileri hemen kulağınıza çalınır. Atina’ya gelenler en az bir akşam buraya gelip tavernalardaki eğlencelere katılsa da benim buradaki favori mekanım Brettos (www.brettosplaka.com)  . 1909dan beri aynı yerde ve kısmen aynı dekorla hizmet veren Atina'nın bu en eski mekanı önceden bir distilasyon atölyesiymiş . Bugünlerde tüm turist rehberlerinde yer alan ve turist kalabalığına hizmet veren Brettos kendi üretimi şarap ve likörleriyle ünlü bir bar. Çıkarken hediye olarak renkli renkli şişelerdeki pek çok farklı lezzetteki likörlerden almayı unutmayın ! Plâka  konaklamak için de çok uygun bir bölge. Her bütçeye hitap eden pek çok butik otel seçeneği var. Bu eski Yunan Evlerinden dönüştürülen otellerde kalırken hem en popüler yerlere yürüyüş mesafesinde olacak hem de teraslardan Akropolisin ihtişamlı manzarasını izleyebilir olacaksınız. 



Antik Yunan Agorası’nın kuzeyindeki bölge Monastraki'dir ve Atina’nın en renkli bölgelerinden biridir. Sokakları hediyelik eşyalar, biblolar satan dükkânlar, küçük barlar ve kafelerle doludur. Adrianou Sokağına Pazar günü kurulan pazarda , uygun fiyatlı eşyalar, çeşitli hediyelik eşyalar, antikalar, kıyafetler, gümüş, bakır, bronz eşyalar bulabilirsiniz. Fiyatlar makuldur ve satıcılar pazarlığa açıklardır. Ayrıca yine bu sokakta bulunan pekçok kafe ve restaurant da oturup Yunan mutfağının keyfini çıkarırken Acropolisin en güzel açılarından birini yakalarsınız . Monastraki meydanında ise meşhur souvlaki satan restaurantlar vardır . Bunların en meşuru Thanassis. Yunan salatası, musakka ve koyu kıvamlı cacık türü bir sos olan ki zaten Yunanistanda da adı tzatziki ile servis edilen pide içindeki kebap souvlakiyi deneyin derim(Mitropoleos 69, Monastiraki Square) 

Monastiraki Meydanı’nın güney kısmında Osmanlı döneminde kalma Tzisdarakis Camisi bulunur. Günümüzde bu yapı seramik sergisine ev sahipliği yapmaktadır ve Yunan Halk Sanatları Müzesidir. Tam bu meydana bakan ama aynı zamanda da muhteşem Akropolis manzarası olan A for Athens otelin terasındaki barda mutlaka bir akşam birşeyler içmenizi öneririm . Akropolisin en güzel gece manzarası buradan görülür. 

Bölgeyi ikiye bölen Ermou Sokağı’nı uzun ve hareketli bir sokaktır ve parlementonun bulunduğu Syntagma Meydanı'na kadar uzanır . Burada gezebilir ve bulunan pekçok mağazadan alışveriş yapabilirsiniz. Ermou’nun kuzeyine doğru yürüdüğünüzde sağınızda kalan bölge ise Psili’dir. Son zamanlarda turistlerin uğrak yeri hâline gelen yerlerden biri olan Psiri’nin Plaka’dakilere benzeyen tavernalarında, barlarında ve restoranlarında Yunan mutfağını tadıp eğlenebilirsiniz. Yine Ermou Sokağının parlerinden Agia İrini meydanı son zamanlarda çok popüler olan bir yer. Hem yerli ve turist kitlenin tercih ettiği meydan biraz Karaköy havasında. Birşeyler atıştırmak için de uğrayabileceğiniz mekanlar asıl aksam 21:00 sen sonra hareketleniyor. Tailor Made en popüler olan mekan . Ermou caddesinin her iki yakasında bulunan butik oteller yine konaklamak için uygun oteller. Ben de araç trafiğine kapalı  Evangelistrias sokağının köşesindeki butik otelde kaldım ve çok da memnun kaldım . Hatta hep hareketli bu sokağın köşesindeki Piazza Duomo da nerdeyse her sabah keyif kahvemi içtim . Tavsiye ederim . 

Ermou Sokağını sonuna kadar yürüyünce geldik  Atina’nın en önemli meydanı olan Syntagma Meydanı'na. Adı Yunanca’da Anayasa Meydanı anlamına gelir. Meydanın önemi bence Parlamento Binası'nın burada bulunmasıdır. Binanın meydana bakan ön cephesinde Meçhul Asker Anıtı yer almakta. Ponponlu ayakkabılar ve pileli erkeklerle Parlamento’yu koruyan askerlerin (evzoneler)  her saat başı yaptığı nöbet değişimi töreni oldukça ilgi çekici. 

Sytangma Meydanı’na yaklaşık 10 dakika uzaklıkta, Yunan topraklarının en büyük tapınağı bulunuyor;Zeus Olympias Tapınağı. Bugün geriye sadece 15 sütunu kalan bu devasa tapınak Zeus’a adanmıştır. 250 m uzunluğunda, 130 m genişliğinde ve 17 m yüksekliğinde sütunları olan bu tapınağın yapımına M.Ö. 6. yüzyılda başlanmış ve yapı, Hadrianus döneminde bitirilebilmiştir. Altın ve fildişinden yapılmış dev bir Zeus heykelini koruyan tapınak, yapıldığında 108 adet sütunla çevriliymiş. Tapınak, günümüzde ilk yapım özelliklerinin çoğunu kaybetmiş olsa da hâlâ görkemli ve görülmeye değer bir Antik Yunan yapısı olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.

Tapınak ziyaret saatleri: 08.00 – 19.00 (giriş ücretli)

Tapınağın hemen yakınlarında 2004 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmış olan Panathenaiko Olimpik Stadyumu bulunmaktadır.

Atinanın en gözde semtlerinden biri de Kolonaki’dir. Syntagma Meydanı’nı Kolonaki’ye bağlayan bulvar boyunca konsolosluklar sıralanır. Bu bulvarda yer alan eski evlerden biri müze olarak kullanılmaktadır. Ev eskiden Yunan diasporasının ünlü ailelerinden Benakilere aitmiş. Müzede sergilenen eserlerin tarihi M.Ö. 7000 yıllarına kadar uzanıyor. Helenistik ve Roma dönemine, Hristiyanlık dönemine ve Ankara, Kapadokya, Batı Ege Yunanlılarına ait eserler oldukça ilgi çekici.

Kolonaki, Atina’nın modern yüzünün görülebileceği en şık semttir. Voukourestiou caddesi boyunca tasarımcı butikleri ve ünlü modacıların mağazaları yer alır. Tsakalof Sokağı ise araç trafiğine kapalı pek çok kafe ve barın olduğu bu bölgedeki en haraketli sokaktır. Akşam yemek yemek için de tercih edebilirsiniz. Ben Burada geçirdiğim vakitten epey keyif aldım tavsiye ederim .

Atina gençliğinin tercih ettiği bölge ise Gazi . Pek çok tarz ve müzik türüyle hizmet veren o kadar çok bar ve kulüp var ki bu bölgede . Eğer bu tarz eğlenceyle ilgileniyorsanız tam yerindesiniz . Eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor. 

Atina'nın liman bölgesi ise Pire:
Yılda 15 milyondan fazla turistin uğradığı Pire Limanı, cruise turizmi açısından oldukça popüler. Uluslararası gemi firmalarının büyük ve lüks gemileriyle şehre uğrayan turistler ticari açıdan önemli bir gelir getiriyor. Avrupa'nın en büyük limanlarından olan Pire, Atina'ya yaklaşık 8 km'lik bir mesafe. Burada deniz kıyısında olmanın , restaurant ve kafelerin keyfini sürebileceğiniz gibi  Yunan ve Roma dönemlerinden kalan eserlerin görülebileceği bir müze olan Arkeoloji Müzesi'ni de gezebilirsiniz.

Atina bol renkli, samimi ve canayakın insanlarıyla neşeli, tarihi ve kültürel mekânlarıyla doyurucu , enfes yemekleriyle lezzetli bir şehir. Üstüne bir tutam deniz havası ve güneş de eklenince gezilmesi, yaşanması vazgeçilmez bir şehir oluyor.    Eh geriye sadece vaktinizi planlamak kalıyor .

Yapmadan Dönmeyin :

Akropolis'den Atina'yı seyretmeden 
Plakada uzo içmeden 
Monastraki'de pazarda dolaşmadan, akşam Akropolisin nefis ışıltılı manzarasını görmeden 
Akropolis ve/veya Ulusal Arkeoloji Müzesini gezmeden
Yakalayabilirseniz Herod Atticus da konser izlemeden 
Kolonaki de akşam birşeyler içmeden  

24 Kasım 2014

News: Bir Sanat Fuarı'nın Ardından ...

Bu sene 9. düzenlenen Türkiye'nin uluslararası en geniş çağdaş sanat fuarı olan Contemporary Istanbul"u 77 bin sanatsever ziyaret etmiş.

17 bin metrekarelik alanda gerçekleştirilen fuarda, toplam değeri 190 milyon lirayı bulan eserler sergilenirken fuara 23 ülkeden, 520 sanatçı, 108 çağdaş sanat galerisi katıldı.  340'ı Contemporary Istanbul tarafından davet edilen bine yakın yabancı koleksiyoner, profesyonel, akademisyen ve 8 ayrı uluslararası müze grubu da fuarı ziyaret etti.
 



Contemporary Istanbul'un yeni girişim ve inisiyatifi CI Editions, fuar kapsamında sınırlı sayıda üretilen özel edisyonları sundu.


Plugin Istanbul Yeni Medya Bölümünde ses ve ışık enstalasyonları, etkileşimli ve jeneratif sanat projeleri, iç mekan mapping projeleri, hologram işleri ve video sanatı sergilendi. 

Çin çağdaş sanatına farklı bir bakış ile Dr. Michael I. Jacobs'ın gözünden Çin video ve projeksiyon sanatı seçkisine yer verilen "Now You See" sergisinde 10 genç Çinli sanatçının işlerine ver verildi. Whitney Müzesi küratörü Chrissie Iles'ın kürasyonunu yaptığı sergi, fuar alanını ziyaret edenler tarafından yoğun ilgi gördü.


CI Dialogues konferans programı kapsamında "Yeni Medya Galerisi Yönetimi", "Gelecek bugündür- Çin'den Çağdaş Sanat", "Çağdaş Sanatın Bugünü ve Yarını", "Gelecek Nasıl Biriktirilir?" konuları tartışıldı. 

Contemporary Istanbul Program Direktörü Marcus Graf'ın küratörlüğünü yaptığı "CI 90 Minute Shows"da her 90 dakikada, bir sanatçının solo şovuna yer aldı.


11 Kasım 2014

Travel: Hızlı Atların ve Kahraman Savaşçıların Şehri : Kibyra



Uzanıp hafif sakinleştirmek için atlarının yelelerini okşadı. Adrenalini hisseden kaslı hayvanlar şimdiden ok gibi fırlamaya hazırdı. Dışarıda ismini haykıran 12 bin’e yakın seyircinin sesi çığ gibi üzerine geliyordu. Son kez koşumlarını kontrol etti ve miğferini giydi. Ardından  yarış arabasını sürerek  yüksekliği yedi metre olan anıtsal kapıdan protokolü selamlamak üzere stadyuma girdi...

Kibyra Stadyumu’nun batı yamacında bulunan yirmi bir basamaktan en üstte olanında otururken sanki yarışa katılan güçlü gladyatörün heyecanını ben de hissediyordum. Ona tempo tutan binlerce seyircinin haykırışları asırlar sonra bile bu anıtsal yapıda yankılanıyordu. 200 metre uzunluğundaki pist hala ev sahipliği yaptığı yarışların enerjisini barındırıyordu.


Antik dönemde Likya, Kayra, Pisidya ve Frigya bölgelerinin kesişme yerinde ve ticaret yollarının tam merkezinde kurulan Kibyra, bugün Antalya-Denizli yol güzergahında  Gölhisar ilçesi sınırları içerisinde kalmaktadır. Kibyra isminin tam anlamı bilinmese de genel kanı Eski Anadolu halklarından biri olan Luvilerin kullandığı Luvice olduğudur. Antik dönem gezgini Strabon yazılarında Kibyra halkının aslen Lidyalı olduklarından bahseder. Ayrıca o dönemde kentte Lidce, Solymce, Pisidce ve Hellence olmak üzere dört farklı dilin konuşulduğunu da aktarmıştır.Arkeolojik buluntular Kibralılar’ın İ.Ö 4.-3. yüzyıllarda bölgeye yerleşmeye başladıkarını gösterir. Kentin bugün görülebilen tüm mimarı kalıntıları ise Roma İmparatorluk Dönemi’ne aittir. Kibyra, II. Eumenes (İ.Ö. 197-159) zamanında Bergama Krallığı egemenliğinde görünmektedir. Hemen sonrasında  M. Ö. 2. - 1. yüzyıllarda, yörenin politik tarihinde önemli bir yere sahip olduğu bilinen Kabalis Tetrapolisi / Kabalis Bölgesi Dört Kent Birliği’ nde yer alır. Meclis, kentlerin temsilciler aracılığıyla katıldıkları oylama esasına göre düzenlenmiş bir karar alma mekanizması şeklindeydi . Bu siyasi birlikte sadece Kibyra iki oy hakkına sahipken, diğer üç kent birer oy hakkına sahipti. Strabon’a göre Kibyra, bu birliğin ordusuna 30 bin piyade ve 2 bin atlı süvari çıkarabildiği için iki oy hakkına sahipti. Tarihsel kayıtlar söz konusu birliğin İ.Ö. 82 yılında ortadan kaldırıldığını ve Kibyra’nın, Asia Eyaleti’ne, diğer kentlerin de Likya Birliği’ne dahil edildiğini gösteriyor. Roma İmparatorluk Dönemi’nde ise Kibyra, Asia Eyalet Valisi’nin yargı merkezi olmuştur. Başkentliğini Kibyra’nın üstlendiği Tetrapolis’in toplantı merkezinin ve belki de Roma İmparatorluk Dönemi kent meclisi ve yargı binasının yine bu kentte, “Bouleuterion / Meclis Binası” olduğu düşünülmektedir .İ.S. 23 yılında meydana gelen büyük bir deprem sonucunda yerle bir olan kente; o zamanki Roma İmparatoru Tiberius 5 yıl için vergi affı getirmiş, ayrıca para yardımında da bulunmuştur. Böylelikle kent yeniden inşa edilebilmiş ve Kibyralılar imparatora olan minnettarlıklarını kentlerinin adını “Caesarea Kibyra = İmparatorun Kibyrası” olarak değiştirerek göstermişlerdir. İ.S. 43’de Roma senatosu imparator Cladius’un emriyle Likya’nın bir Roma eyaleti olduğunu ilan etti. Kibyra özellikle İ.S. 1. - 3. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşamıştır.

Kibyra ana kenti birbirinden derin yarlarla ayrılan hakim üç tepe  üzerinde oturmaktadır. Şehirde kamu, sivil ve dini yapıların belli bir bütünlük oluşturacak biçimde, simetrik düzenlendiği görülür. Yapılar göl ve ova manzarasına hakim konumda ve hiçbir yapı bir diğerinin manzarasını kesmeyecek biçimde, tepeler üzerine teraslanarak yerleştirilmiştir. 

Kente gelenleri karşılayan ilk ve en gösterişli yapı olan Stadion Anadolunun en dikkat çeken stadyumlarından biridir. Kentin anıtsallığına yakışacak biçimde özgün bir mimariye sahip olan yapıya yüksekliği 7 m., uzunluğu 30 m.’ye varan anıtsal bir kapı ile girilir. Daha yüksek olan batı yamacına 21 oturma basamağı yerleştirilmiştir. Bunun tersine doğu yamacında 7 oturma basamağı konularak mimari olarak batı sıralarda oturan seyircilerin muhteşem ova ve göl manzarasını kapatılmamıştır. Batı oturma sıralarının tam ortasında, diğer birçok Stadion’da görülmeyen bir protokol alanı ayrılmış ve hemen karşısına açılan kapı ile sporcuların sırayla sahaya girip protokoldekileri selamlamaları sağlanmıştır.

Yapılaşma doğuda Stadion’dan batı uçtaki Tiyatro ve Meclis Binası’nın oturduğu sırt arasında yoğunlaşmıştır. Stadion’dan Meclis binasına yaklaşık 20 dakikalık bir yokuş yukarı yürüyüşle ulaşabilirsiniz. Ben Ağustos ayında denk geldiğim bu yürüyüşte biraz zorlansam da genel olarak çok yorucu bir parkur sayılmaz .Bu aks üzerinde yürürken , ana cadde, ikincil yollar, idari ve yargı binası işlevli bazilika, tapınaklar, pazar yeri (Aşağı ve Yukarı Agoralar); ve  kentin ekonomik yaşamının canlılığını belgeleyen küçük işletmelerin kalıntılarını  görebilirsiniz. Kentin su ve kanalizasyon şebekesini de yer yer görmeniz mümkün. Künk adı verilen toprak boruların döşendiği zemin iyi korunarak gelmiş günümüze. Antik kaynaklar ve yazıtlardan okunan bilgilere göre; Kibyra özellikle demir işçiliğinde, dericilik ve at yetiştiriciliğinde ünlüdür. Ayrıca Tiyatro tepesinin güney yamaçlarında yoğun biçimde bulunan akıntı seramik parçalarının türü, yapısı ve yoğunluğu Kibyranın çömlekçilikte de gayet iddalı olduğunu gösterir.



Antik kentin agora bölümünde yapılan kazı  çalışmalarında bir fırın, fırının önünde küçük bir ocak ve hemen yanında bir metre çapında iki büyük ve bir küçük mermer masa kalıntıları bulunmuştur. Bu yapının ön bölümünde bulunan ve ’Filosebaston’ -Latince ’Dostların Yeri’ ya da ’Kibyra Dostu-’ anlamında yazıt bulunan tabela buranın bir restoran olarak kullanıldığını göstermektedir. Yaklaşık 25 kişiye servis verebilen restoranda şehir dışından gelen tüccarlara servis yapıldığı düşünülüyor.  Fırının alt kısmında cam, seramik, kemik kalıntıları ve sikkeler bulunmuştur. Bu buluntular ışığında yapının bin 500 ya da bin 550 yıllık olduğu anlaşılmıştır.. Agora bölümünde antik dönemde restoran olarak kullanılmış ama henüz kazı başlatılmamış başka dükkanlar da bulunuyor.

Büyük oranda sağlam durumdaki Tiyatro; tüm manzaraya hakim konumda, ana tepenin doğu yamacına yerleştirilmiştir. Yarı dairesel planlı üç katlı oturma sırası, beş kapılı sahne binası ve yaklaşık dokuz bin kişilik izleyici kapasitesiyle, Anadolu’daki orta büyüklükte birçok antik tiyatroyla özdeştir. Oturma yerlerine, bugün güneydekinin süslü kapısı tama- men sağlam durumda görülebilen, yanlardaki iki tonozlu geçitle ulaşılır. Oturma sıralarını yatay bölen yürüme yolunun (Diazoma) parapet bloklarında, kentin ileri gelen kişi ve ailelerinin isimleri, kent için yaptıkları hayır işleri Hellence olarak kazınmıştır. Yukarısında, oturma sıralarının hemen bitiminde, daha sonradan kiliseye çevrilmiş bir tapınak kalıntısı
görülebilmektedir.



Meclis Binası / Müzik Evi 2009 yılı kazısı sonucunda, 52,5 m. cephe uzunluğu, 12,80 x 4,35 m. boyutundaki sahnesi, 31 oturma sırası ve 3600 kişilik kapasitesiyle Antik Çağ Anadolu’sunun en görkemli ve büyük üzeri çatıyla kapalı yapılarından biri ortaya çıkarılmıştır. Kazılar sonucunda Meclis Binası / Müzik Evi olarak adlandırılan yapının, aynı zamanda kış aylarında Tiyatro ve Kibyra’’nın bir yargı merkezi olmasından dolayı da bir mahkeme binası işlevlerinde de kullanıldığı öngörülmüştür. M.S. 2. yüzyılda, son şekliyle inşa edildiği anlaşılan yapı, bir yangın sonucu göçtüğü anlaşılan çatısı haricinde neredeyse tamamen korunmuştur. Ele geçen sütun parçaları ve mermer kaplama plakalarından iç cephesinin renkli mermerlerle kaplanmış olduğu, sahnesinin de heykel ve sütunlarla süslenmiş olduğu anlaşılmıştır. Yapının orkestra bölümünün tam merkezinde kırmızı, beyaz ve yeşil mermerden yapılmış bir Medusa başı mozaiği, tamamıyla sağlam olarak ortaya çıkarılmıştır. Bir orkestranın zemin döşeminde böylesine bir Medusa resmi, Anadolu arkeolojisi için tekil örnektir. Medusa, yılanlardan oluşan saçları ve insanları taşa çeviren bakışlarıyla, antik dönemde özellikle mezar yapılarında koruyucu olarak figür olarak karşımıza çıkar. Bouleuterion /Odeion’un orkestrasında betimlenen Medusanın, iri gözleri, kalın dudakları arasından görülen dişleri, dışarı sarkmış dili, kanatlı başlığı ve dalgalı saçları arasına ve boynuna dolanmış yılanları, çevresini saran kırmızı beyaz renkte mermerlerden yapılmış yaprak benzeri ışın sıralarıyla benzersiz olduğu ifade edilmektedir. benim ziyaretim esnasında korumaya alınmış olduğu için üzeri kapalı olan Medusa’yı maalesef daha sonra internetteki fotoğraflarından görmek zorunda kalsam da Odeon/Bouleuterion binasının önünde yaklaşık 540 metrekarelik bir alanı kaplayan geometrik şekildeki mozaik döşemeleri görmek beni oldukça heyecanlandırdı. Stoa alanına ait bu mozaik döşemeler neredeyse eksiksiz olarak bulunması ve bulunan en geniş mozaikli döşeme olması ile Kibyra’ya ayrıca önem kazandırmaktadır. Toplam  11 adet olan paneller şeklinde olan döşemelerde geometrik formlar kullanılmıştır . Ayrıca döşemenin yaptırıldığı tarih ve yapanların adlarının bildirilmesi bakımından önemli bilgiler veren üç adet yazıt paneli bulunmaktadır.




Kibyra döneminin yaşam şekli ve şehirciliği hakkında geniş bilgiler aktaran içinde yürürken kendinizi antik dönemde hissettiren bir şehir. Uzaktan Gölhisar gölüne bakarken asırlık mozaik zemin üzerinde adım adım tarihi hissetmek insanı heyecandan ürpertiyor. Arkeolojik kazılar ilerledikçe Kibyra yavaş yavaş ihtişamını ve sırlarını gözler önüne seriyor. Hatta benim bu yazıyı hazırladığım günlerde yaklaşık 2.5 metre yüksekliğinde olduğu tahmin edilen Herkül heykelinin baş kısmı bulundu ve bu seneki kazıların sürpriz hediyesi oldu arkeoloji dünyasına. Eh bana dahttp://www.bizimanadolu.com.tr/m/makale/yesim-ozkoc/hizli-atlarin-ve-kahraman--savascilarin-sehri--kibyra.html yeniden bir Kibyra seyahatine sebep çıkmış oldu ! 

Ya siz karar verdiniz mi Anadolu Arkeoloji tarihinde gezinmeye ve Kibyra seyahatinizin zamanına  ?

Nasıl Gidilir ?

Antalya – Denizli / Burdur – Fethiye karayollarının birleştiği bir kavşak noktasında Gölhisar ilçesinin batısındaki Akdağ kütlesinin eteklerinde, Gölhisar ovasına hakim tepeler üzerinde bulunur. Burdur’a 120 km.; Denizli’ye 105 km.; Antalya’ya 135 km. ve Fethiye’ye 110 km. mesafe uzaklıktadır.Kibyra Burdur ili’ne 110 km uzaklıktadır.

Unutmayın :

Kibyra yazları güneşli ve sıcaktır. Yaz boyu ısı 30-35 C arasında seyretmektedir. Ziyaret esnasında yanınızda şapka, su ve güneş kremi bulunması ve yürüyüşe elverişli ayakkabılar giymeniz faydalı olur.



23 Ekim 2014

Travel: Sanatın Romantik Kenti Roma



İnsanın kendine giden yol kaç/hangi coğrafyadan geçer ? 
Capitol Tepesinden, bugün müze olan sarayın terasından   Il Foro Romano ' ya bakarken aklımda dolanan soru buydu... Dalıp gitmiştim uzaklara .. Eski hatırlarımdan sahneler bugüne sızıverecekmiş gibi hissediyordum. Uzaktan görünen Kolezyum'dan sanki gladyatör dövüşlerine tempo tutan Romalıların sesi geliyordu... Derken bir Japon turist kafilesi sardı etrafımı ve kendimi, fotoğraflarını çekmem için bana kameralarını uzatan uzakdoğulu çifte anlamsızca bakarken buldum.. Geri dönmüştüm.. 

Yaşayan bir açık hava müzesi olan Roma işte böyle sık sık içine çekiyor sizi, tarihin farklı dönemlerine alıp götürüyor, parçası olarak hissettiriyor . Her bina, her sokak , her kaldırım taşı tarihten bir şahit; hikayelerini anlatıyor duymak isteyen kulaklara..Bu hafta Tiber Nehrinin kıyısına  kurulmuş Roma ve  bana fısıldadıkları sevgili arkadaşım Mimar Kuzey Çiner' in objektifine takılan karelerde . Haydi buyrun  Roma da sanat ve tarih turuna : 



Roma’nın tarihine ait ne varsa benim de bu şehirde en sevdiğim müze olan Capitoline Müzesi'ndedir. Eğer üçüz  binadan oluşan müze kompleksini görmediyseniz, Roma’yı görmüş ve anlamış sayılmazsınız. Forum’un yanında ve Vittorio Emanuele II Abidesi’nin hemen arkasında kalan Capitoline Hill’deki Capitoline müzeleri ve Campidoglio Meydanı, Vatikan’ın desteği ile eski şehir üzerine Michelangelo’nun tasarımı Ile inşa edilmiştir. İnşaasına 1536’da başlanan saray ve meydan ancak 17.yy’da tamamlanmıştır. Tüm bu gecikmelere rağmen 1734’te bronz heykelleri sergilemek üzere açıldığından, dünyanın ilk müzesi olarak tarihte yer etmiştir. Pope Sixtus' IV'un 1471’de bağışladığı bronz heykeller daha sonra müzenin en değerli hazinesi olmuştur. 

Palatine ve Capitoline Tepeleri arasında bulunan ve dikdörtgen şeklinde planlanan Roma Forumu Antik Roma’da şehir merkezidir ve toplum hayatının da merkezi olmuştur.  MÖ 5. yüzyıldan MS 5. yüzyıla kadar en önemli anıtlar burada inşa edilmiştir.  Roma Forumu’nun sahip olduğu bütün alan içerisindeki tapınaklar, binalar ve anıtlar ile dünyadaki en büyük arkeolojik alanlardan biridir.Antik Roma sakinleri Tarafından  “Forum Magnum” ya da sadece “Forum” olarak adlandırılan şehrin kalbinde bugün hala Settimio Severo Takı, Saturno Tapınağı, Vestali Evi, Mamertine Hapishanesi, Antonio ve Faustina Tapınağı ve Tito Takı gibi eserleri görebilirsiniz. 

Roma Forum’un hemen doğusunda, MS 72 yılında inşa edilen Kolezyum, (Colosseo) 55.000 izleyicinin giriş yapabileceği 80 arklık girişlere sahip, dünya'nın en büyük amfi tiyatrosudur.188 metre uzunluğu, 156 metre genişliği ile devasa bir yapı olan tiyatro Roma mimari ve mühendisliğinin en önemli eseri olarak kabul edilir. Sadece tiyatro oyunları için değil, hayvan dövüşleri, idamlar ve gladyatör mücadeleleri için de kullanılmıştır. Orta Çağ’ın başlarında kullanımı durdurulan yapı, günümüze bir kısmı zarar görmüş olarak ulaşmıştır. Depremlerin ve taş çalanların bu zarara neden olduğu düşünülmektedir




Tiber nehri kıyısında yürürken ve Sant’angelo Köprüsünden geçerken gördüğünüz kale , Dan Brown'un Melekler ve Şeytanlar Kitabı'nın ve daha sonra çekilen filminin baş aktörü  Castel Sant’angelo 'dur. İmparator Hadrian için MS 130 – 139 yılları arasında inşa edilen kale papanın evi ve hapishane gibi değişik amaçlarla kullanılmıştır. Hatta Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan da hapishanede mahkum edilmiştir. Önceki papalar tarafından tehlike durumlarında korunma amaçlı buraya saklanılmıştır. Castel Sant’angelo’yu Vatikan’a bağlayan gizli alt geçit hala burada bulunmaktadır. Orta Çağ’da is şehrin kuzey girişini korumak için kaleye dönüştürülmüştür. Günümüzde Rönesans resimlerinden antik silahlara kadar pek çok sergiyi barındıran National Museum of Castel Sant’angelo (Castel Sant’angelo Ulusal Müzesi)  olarak  ziyaretçilerini ağırlamaktadır.

Vatikan'da rönesansın ünlü sanatçısı Bernini tarafından tasarlanan Ve aynı adı taşıyan meydanda yer alan San Pietro Bazilikası Hristiyan dünyasının en büyük bazilikasıdır. San Pietro Bazilikası yaklaşık MS 4. yüzyılda İmparator Constantine’in isteği üzerine Saint Peter’ın şehit düştüğü yerde inşa edilmiştir. Yaklaşık 20 bin kişiyi barındırabilen bazilika zamanla büyümüş ve zenginleşmiştir. İlk restorasyon çalışması 15. yüzyılda papanın isteği üzerine Roma Rönesans ve Barok tarzında yapılmıştır. 136 m yüksekliğindeki devasa kubbenin planı Michelangelo’ya aittir. Ama Michelangelo’nun çizimlerine göre kubbeyi 1588 – 89’da tamamlayan kişi Giacomo Dalla Porta olmuştur. San Pietro Bazilikası’nın en üstünde yer alan 42 metre çaplı kubbe muhteşem bir panoramik Roma manzarası sunar. Kilise haricinde ayrı bir girişi bulunan kubbeye  320 basamaklı merdivenlerle ya da asansörle çıkmak mümkündür.

Vatikan Müzesi 42 bin metrekare alanıyla dünyanın en büyük müze kompleksidir. Yüzyıllar boyunca farklı papalar tarafından toplanan değerli resim, heykel, harita gibi 70 binden fazla sanat eserlerini bünyesinde barındırır. Müzenin ana kısmı 1503 -1513 yılları arasında Julius II tarafından oluşturulmuştur. Kompleks içerisinde ziyaret edilecek birçok yer vardır. Fakat en çok dikkat çeken noktalar Sistine Şapeli, Raphael’in Odaları ve Etrüsk Müzesi'dir. Sistine Şapeli en değerli sanat eserlerinin bulunduğu yerdir. Yine de tüm Dünya'da en dikkat çeken kısmı ise tavanın tam ortasında yer alan ve Adem'in yaradılışını konu alan  Michelangelo nun “Yaradılış” isimli Eseri ve Tanrı resmidir. Vatikan Müzesi turunun son durağı olan şapel, her yıl dünyanın dört bir köşesinden gelen Gezginlerin en çok ziyaret ettiği noktadır. Sistine Şapeli günümüzde hem dini hem mimari hem de sanatsal açıdan oldukça değerli bir mirasdır .


Antik Roma'nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilen , 43 metre çapa sahip büyüleyici kubbesiyle ziyaretçileri etkisine alan yapı Panteon' dur .Tüm Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı ve muhtemelen de dünyada döneminin en iyi korunmuş binasıdır. Tarih boyunca, 7. yüzyıldan bu yana Hıristiyan kilisesi olarak kullanılan Panteon Roma'daki en eski betonarme kubbeli binadır ve o zamanın teknolojisi ile nasıl inşa edildiği hala bir soru işaretidir.Bu devasa kubbenin ortasında bir delik bırakılmıştır. Bir efsaneye göre şeytanların bu delikten çıtıklarına ve gökyüzüne yükselerek yok olduklarına inanılır. Diğer efsaneye göre de o dönem romalılar tanrılarının gökyüzünde oturduklarına inanırlarmış. Bu nedenle bu delik sayesinde tanrıları ile aralarındaki iletişimin daha iyi olacağına inanıyorlarmış.


Her daim canlı  sokaklardan ve tarihi merkezlerden birden Barok tarzının baş yapıtı kabul edilen Piazza Navona’ya çıkarsınız. Şehrin göbeğinde bulunan bu meydan mimarisi ve etkileyici sanat eserleri ile vakit geçirilmesi gereken bir yerdir. Tüm Roma meydanları içerisinde Piazza Navona, Roma hayatının en canlı yaşandığı yerlerdendir. Uzun bir süre buluşma noktası olarak kullanılan meydan, ayrıca pazarlara, yarışlara ve farklı organizasyonlara ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde yaya geçişine açık olan Piazza Navona, Bernini Tarafından yapılan, Dört Nehir Çeşmesi ve tam karşısında Sant’Agnese Kilisesine ev sahipliği yapar. Meydanda Bernini’nin eserlerine ilaveten Francesco Borromini ve Pietro da Cortona’nın çalışmaları da bulunmaktadır.

Türk gezginler Tarafından Aşk Çeşmesi olarak bilinen Trevi Çeşmesi Roma’daki en büyük ve en ünlü barok tarzı çeşmedir. Trevi Meydanı’nda bulunan ve MÖ 19. yüzyılda inşa edilen bir su kemeri olan Aqua Virgo’nun sonuna inşa edilen çeşme İsmini bundan ve üç sokağın birleşim noktasında olmasından almıştır. Bİr tiyatro sahnesine benzeyen , büyük dikdörtgen şeklindeki çeşmenin havuz kısmı da vardır. İşte meşhur havuza para atma geleneği burada gerçekleşir. İnanışa göre çeşmeye bozuk para atan kişi bir gün Roma’ya dönecektir. Sağ elle sol omuz üstünden Trevi Çeşmesi’ne para atmak kişiye iyi şans getirir. Bir bozuk para atmanın bir gün Roma’ya dönüleceğine, iki tane bozuk para atmanın Romalı güzel bir kıza aşık olunacağına, üç tane bozuk para atmanın ise Roma’da birisi ile evleneceğine işaret ettiğine inanılır. Turistlerin Roma’da mutlaka ziyaret ettikleri Trevi Çeşmesi özellikle öğle saatlerinde o kadar kalabalıktır ki fotoğraf çektirecek yer bulmak bile zordur.


Villa Borghese dünyanın ve Roma’nın en muhteşem küçük sanat müzesidir. Kardinal Scipiona Borghese tarafından 17. yüzyılda oluşturulan koleksiyon, Giovanni Bellini, Titian, Caravaggio, Antonello da Messina, Raphael, Correggio gibi ünlü sanatçıların baş yapıtlarını içerir. Bugün müzede kanlı Roma amfisinin mozaiklerinin örneklerinden, Canova tarafından yapılan Pauline Bonaparte’un başsız heykeline, Bernini’nin muhteşem mermer Davud ve Apollo heykellerinden, barok tarzının şaheserlerine kadar pek çok eser sergilenmektedir. 20 odalı müzede Rönesans ve barok tarzı pek çok eser mevcuttur. Gün içerisinde  belirli Sayıda ziyaretçinin gezmesine izin verilen küçük Müzenin biletleri çok çabuk tükenmektedir. Bu Sanat mabedini gezmekten mahrum kalmamak için önceden online bilet almak faydalı olur. (http://www.rome-museum.com/borghese_gallery.php) 

Hatta Roma seyahatinizi planlarken Roma Pass adı verilen   sanat,kültür aktiviteleri ve ulaşımDa geçerli olan, indirim ile giriş kolaylığı sağlayan kartı almanızı tavsiye ederim . Roma Pass ile 45 anıt, müze ve arkeolojik alana indirimli ve hızlı girebilir, toplu taşıma araçlarından ücretsiz faydalanıp, sağlık hizmetlerinde indirim elde edebilirsiniz. 34 Euro karşılığında satın aldığınız Roma Pass üç gün boyunca aktif oluyor.

Kültür, sanat, tarih, dini yapılar gibi konularda gezi rotaları olan Roma alışveriş konusunda da ziyaretçilere zengin seçenekler sunmaktadır. Birçok Hollywood filminde bile alışveriş sahnelerinin çekim yeri olan Roma'da kolaylıkla ünlü İtalyan tasarım markalarının cazibesine kapılabilirsiniz. İşte Via Condotti bunun için biçilmiş kaftandır. Ana alışveriş noktaları via del Corso, via Condotti ve via Cola di Rienzo’da bulunmaktadır. En güzel tasarım ürünleri via Cola di Rienzo’da bulunurken via del Corso fiyat seçeneği açısından daha uygun seçenekler sunmaktadır. Via del Tritone, Piazza Campo de’ Fiori ve Pantheon daha uygun fiyatlı ürünlerin bulunabileceği yerlerdir. Ayrıca buralar vakit geçirmek ve kafelerde İtalyan mutfağının lezzetlerini keşfetmek için de uygun caddelerdendir. Bir kahve söyleyin ve etraftaki renkli kalabalığın, Roma'nın güzel binalarının seyrine dalın.

Roma çok sesli bir şarkı..

Ister şehrin tarihi sokaklarının , canlı kafelerinin keyfini sürün. Kentin çoşkusunu ve enerjisini yaşayın . Ister lüks ve şık caddelerinde tasarımcıların koleksiyonlarının izini sürün. Ister sevdiğinizle romantik gün batışlarının, İtalyanca aşk şarkılarının, şarabın ve aşkın peşinde koşturun ... Ya da benim gibi Bernini , Michelangelo, Caravaggio, Leonardo da Vinci, Giotto, Raphael ve Titian gibi sanatçıların dokunuşlarının,renklerinin izini sürün şehrin tüm tarih ve sanat kokan köşelerinde , kendi ruhunuzu takip ederken...

Amacınız ne olursa olsun Roma kucaklar bağrına basar sizi; yeter ki O'nun sesini duyun ve takip edin...

Yapmadan Dönmeyin : 

# Trevi çeşmesine para atıp dilek dilemeden ve meydandaki roma dondurmacılarından dondurma yemeden .
# Capitoline Müzesi'nin terasından Foro Romano ve Kolezyumu seyredip Gladyatör dövüşlerini hayal etmeden .
# en az bir müze gezmeden
# Vatikan da Sistine Şapelinde Tanrı ile Adem'in el ele tutuştuğunu görmeden
# Pantheon un devasa kubbesindeki Tanrı nın gözüne bakmadan
# İspanyol merdivenlerini çıkmadan 
# Navona meydanında oturup Dört Nehir Çeşmesi ni izlemeden 

Sakın dönmeyin 


13 Ekim 2014

Travel: Su Medeniyeti : Sagalassos



“Sagalassos’u ilk ziyaretimle hayatım tamamen değişti. Ondan sonra geçireceğim tüm mutlu ve hazin zamanların da temeli oldu bu ziyaret. O gün ve sonrasında pek çok büyülü an yaşadım. İlk ziyaretimizde, minibüsümüzün iki metre önünde uçan bir kartalla, adeta bizzat Zeus’un koruması altında, Ağlasun’a kadar geldik. Bununla başlayan unutulmaz anlardan bir diğeri de, bir gün, sabahın ilk saatlerinde, Antoninler Çeşmesi’ne ait “küçük” Dionysos heykelinin başını çevirdiğimde, tanrının bana gülümsemesiydi. Sanki on dört yüzyıl sonra gün ışığını tekrar gördüğü için minnettardı.”

Belçikalı Arkeolog Marc Waelkens “Hayatımın Rüyası”  olarak tanımlamıştı Sagalassos ile tanışmasını... Ben de kazı ekibi tarafından tekrar ayağa kaldırılan ve bugün yeniden orijinal yerlerinden sular akan çeşmeleri görünce büyülü bir yer, bir "su medeniyeti" olarak hafızama kaydetmiştim Sagalassos' u.

Antalya'dan 110 km. yol alarak ulaştığım antik kent güncel coğrafyamızda Burdur'un şirin ve bereketli Ağlasun ilçesi sınırlarında yer alıyor. Elbette Ağlasun da cana yakın insanları, tarıma elverişli yaylaları ve içine rahatça kabul edildiğiniz huzurlu hayatıyla başlıbaşına ziyaret sebebi. Ama Batı Toroslar üzerinde 1600 m. de yer alan Sagalassos, zahmet edip kendisini görmeye gelen ziyaretçilerine bir hazine sandığı gibi sırlarını açıyor , içine çekiyor ... 



Sagalassos’un yakın çevresinin tarihi, MÖ 12 binlere kadar uzanır. MÖ 3 binde ilk yerleşim izlerinin fark edildiği Sagalassos, MÖ 1600’lerde Pisidia coğrafyası içerisinde kalır. Sagalassos antik  kentinin yazılı kaynaklardan bilinen tarihi, Büyük İskender’in M.Ö. 333  yılındaki fethi ile başlar. İskender’in ölümünün ardından kent, kısa bir süre  seleflerinin idaresinde kalır. M.Ö. 281 itibariyle, Seleukoslar’ın kontrolü  altına girer. M.Ö. 188-133 yılları  arasında Bergama Krallığı’nın parçası olur. M.Ö. 129’dan itibaren  çeşitli Roma eyaletleri içine dâhil edilen Sagalassos, son olarak M.Ö 39’da  Roma’nın Galatya eyaletinin en önemli kenti olur. MS 3. yüzyılın başına kadar mimari yönden en parlak devrini yaşayan, görkemli yapılarla donatılan kent, MS 518’de ağır bir deprem geçirir. Yıkılan yapılar tamir görüp yenilense de MS 7. yüzyılda yaşanan yeni bir deprem, hem kenti yok eder, hem de su kaynaklarını kapatır. 

Bu dönemde ardı ardına gelen depremler ve özellikle Arap saldırıları ile bölge nüfusu azalır ve Sagalassos terk edilme sürecine girer. Kaderine bırakılan şehrin üzeri depremler sonucunda hemen yamacına kurulduğu Akdağ’dan inen toprak kütleleriyle örtülür. Böylece doğa tarafından koruma altına alınmış olan  Sagalassos derin bir uykuya dalar. Ta ki, yüzlerce yıl sonra, 1706’da Fransız gezgin Paul Lucas gelene kadar. Lucas seyahatnamesinde antik kentten perilerin yaşadığı büyülü yerler olarak söz eder. Sagalassos’un gerçek kimliği, 1824’te İngiliz papaz Francis Arundell tarafından tespit edilir. Arundell, kentin Batı Torosların en önemli antik kentlerinden Sagalassos olduğuna işaret eder. 1985’lerde İngiliz araştırmacılar, Stephen Mitchell başkanlığında bölgeye giderler. 1986 yılındaki araştırmalara katılan Belçikalı arkeolog Marc Waelkens ise Sagalassos’u yüzlerce yıllık uykusundan uyandıran bilim insanı olur.

1989’dan yılında  başlayan 1990 senesinde bu yana  Prof.  Dr. Marc Waelkens başkanlığında yürütülen, kazılarda pek çok yapı ve  eser ortaya çıkarılmıştır. 2007 ve 2008 yılarındaki kazılarda ortaya çıkan ve boyları 5  metre  olan İmparator Marcus Aurelius ve İmparator Hadrian’a ait heykeller, Burdur Arkeoloji Müzesi'nde görülmesi gereken eserlerdir.  Roma imparatorluğu' nun beş önemli  seramik merkezinden biri olan Sagalassos ,1000 yıllık  seramik üretim merkezi  olması ve şehir plancılığı açısından şekillenme yöntemi ile 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası geçici listesine alınmıştır.



Sagalassos terk edildiği günden günümüze en iyi ayakta kalmış kentlerden biridir: 
Bugünün gezginleri  kentin Yukarı Agora’sında (meydanı), restore edilmiş ve suları çağlayan bir anıtsal çeşme (Antoninler Çeşmesi ) yaklaşık 13m. yüksekliğinde onursal sütunlar, iki kemerli kapı ve agorayı çevreleyen yapıların kalıntılarını görebilirler. Antik kentte ayrıca devasa bir Roma hamamı, bir kütüphane, suyu pınarından akan küçük bir çeşme, bir kent konağı, 9000 kişilik bir tiyatro ve şehrin bin yıllık tarihini anlatan başka pek çok eser yer alır. Farklı uzunluktaki üç ayrı gezi rotası bir buçuk ila dört saat arası bir sürede şehrin güzelliklerini keşfetmenizi sağlar. Gezi rotalarıyla alakalı haritalar ve tanıtım broşürleri kapıdan temin edilebilir ve daha anlayarak gezmeye çok yardımcı olur. Bu güzergahlarda keşfedilecek şehir yapılarının listesi alanın genişliği ve zenginliği açısından fikir verir:

1 İskender Tepesi
2 Hadrian ve Antoninus Pius imparatorluk kült alanı
3 Erken Bizans Sur Duvarı
4 Sütunlu Cadde
5 Tiberius Kapısı
6 Aşağı Agora
7 Severuslar Çeşmesi
8 Hadrian Çeşmesi
9 Apollo Klarios kutsal alanı içinde Hıristiyan Bazilikası
10 Odeon (kapalı tiyatro)
11 İmparatorluk Dönemi Roma Hamamı
12 Kent Konağı
13 Macellum (gıda pazarı)
14 Yukarı Agora
15 Antoninler Çeşmesi
16 Meclis Binası
17 Aziz Mikael Bazilikası
18 Dor Tapınağı
19 Kuzeybatı Heroon
20 Stadyum içinde Şehitlik Bazilikası
21 Hellenistik Çeşme
22 Neon Kütüphanesi
23 Tiyatro
24 Çömlekçiler Mahallesi


Sagalassos yaz döneminde kazı ekibi gönüllüleri tarafından ücretsiz gezdirilir . İngilizce, Fransızca, Almanca ve Flamanca dillerinde rehberlik almak mümkündür. Rehberlik ve daha detaylı bir gezi programı oluşturmak için www.tursaga.com adresini ziyaret edip incelemeniz faydalı olur.
Temmuz ve Ağustos ayları arkeologları Sagalassos'ta çalışırken görmek için en uygun zamanlardır. Haziran ayının sonunda da alan içinde çeşitli hareketlilik görülebilir, çünkü arkeologlar sezon için kazı alanını hazırlamaya başlamıştır. Alanı ziyaret saatleri arkeologların çalışma saatleri ile aynıdır: Sabah 07.30 ile akşam 18.00 arası. Yaz aylarında ise ziyaret saatleri 19.00'a kadar uzatılmıştır


Torosların  eteklerinde kurulu Sagalassos; aşkların, ihtirasların, imparatorların, tacirlerin şehridir. Hala en şaşalı döneminde fakat sonsuzlukta...Bulutların arasındaki bu antik kente vardığınızda bir anda kendinizi Roma döneminde -Sagalasoss'un zamansızlığında- buluverirsiniz. Sanki biraz kulak kabartsanız şehrin yoğun hayatının izlerini duyacakmışsınız gibi gelir: Çömlekçiler mahallesindeki hararetli üretimin sesleri, Meclis Binasındaki ateşli politik tartışmalar, Agoradaki ticaret trafiğinin gürültüsü ya da Antoninler Çeşmesi'nde buluşan aşıkların tatlı fısıltıları .... Tıpkı zamanın içinde havada asılı kalmış gibidir bu kentte... İşte bu yüzden her defasında yeniden gelmek isteyerek veda edersiniz Sagalassos' a...

Antik şehri arkanızda bırakıp Akdağ' dan aşağı süzülürken hüzün kaplar içinizi. İşte o an Ağlasun merkezinde durup, Anıt Çınarın altında oturup yorgunluk atmak zamanıdır. Hele bir de tam karşıdaki fırından sıcak simit alıp , çayları da söylerseniz o anda size tavsiyem mutlaka yan masalarda oturan Ağlasun'lu amcaları selamlayıp, sohbete başlayın. Ve kendinizi Ağlasun'un meşhur misafirperverliği ile şımartmaya hazır olun. Bir de onlardan dinleyin Sagalassos'un tarihini ve yapılan çalışmaları... Eminim Antik kentlerine ve tarihi miraslarına bu denli sahip çıkan yöre sakinleri sizleri de çok şaşırtacak ve hoşlanacaksınız... Sanırım bunu da yine en iyi Marc Waelkens özetlemiş:

"Sık sık bu ilk yıllarımızı özlemle anıyorum. 19. yüzyıl gezginleri gibi hissederdik; gerçi onlar yardımcıları ile birlikte çoğunlukla bizden daha iyi koşullarda konaklamışlardı. Ağlasunluların sıcak misafirperverliği ise her zorluğu unuttururdu. Kazı çalışanları ve Ağlasunlu “hemşeri”lerimle aramızda oluşan ve bugün bizi bağlayan sıcak ve yakın dostluğun temelleri o yıllarda atıldı. Aramızdaki bu bağın, Sagalassos’un gelecekte korunması için de en iyi güvence olduğuna inanıyorum.”



Nasıl gidilir:
Ziyaretçilerini bekleyen Sagalassos, Antalya Havaalanı’ndan 110 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Ayrıca Antalya-Pamukkale ve Kapadokya-Antalya arası yolculuk yapacaklar için bir duraklama noktası konumundaki kent, Burdur ile Isparta’ya sadece 30 kilometre mesafede. 

Ziyaret için en iyi dönem:
Eğer 1 Haziran-1 Eylül tarihleri arasında bölgeyi ziyaret etmek isterseniz, hem kazı çalışmalarını izleyebilir hem de Sagalassos’un gönüllü rehberleri tarafından ücretsiz olarak İngilizce, Fransızca, Almanca, Flamanca dillerinde gezdirilebilirsiniz

Unutmayın:
Sagalassos normal şartlar altında yazları güneşli ve sıcaktır, gün içerisinde ısı 30° ve 35° C arasında değişmektedir. Ziyaret sırasında yanınızda şapka, su ve güneş kremi bulunması ve yürüyüşe elverişli ayakkabılar giymeniz faydalı olur.
Eğer yaz ayları dışında ziyaret ederseniz, yine alanı ziyaret etmeniz mümkündür. Ancak Sagalassos deniz seviyesinden 1600 metre yukarıdadır ve sonbahar bitiminde, kışın ve ilkbaharda yoğun miktarda kar yağışı etkisi altında kalmaktadır. Bu dönemlerde hava koşullarının alana ulaşımı zorlaştırabileceğini dikkate alın.