Tripolis' i ilk defa geçen yaz , kazı ekibiyle tanışan, şehrin geçmişini ve buluntular hakkındaki gelişmeleri onlardan dinleyen annemden duydum. Telefondaki sesindeki heyecanından ve "Mutlaka mozaikleri görmen lazım ! " Ifadesinden gerçekten görmem gereken bir tarihi kent olduğuna karar verip , keşifedilecek yerler listeme ekledim, sessiz Tripolis'i . Antik güzelin hazinelerini keşfetmeye kısmet, bol rüzgârlı bir günde, bu baharda oldu...
Tripolis Antik Kenti; Denizli merkezine 40 km. uzaklıktaki Buldan İlçesi, Yenicekent Kasabası ile Menderes Nehri arasındaki yamaç üzerinde yer almaktadır. Başta Plinius ve Ptolemaios olmak üzere birçok antik yazarın yazılarında adı geçen kent MS 17 yy.dan itibaren seyyahlar tarafından ziyaret edilmiştir.
Tripolis , batıya ve kuzeye açılan vadilerle Ege’ye güneydoğusundaki Çürüksu Ovası ve vadileri ile İç Anadolu ve Akdeniz’e ulaşımı bulunan antik kentlerden birisidir. Kentin güneyinde Çürüksu Vadisi’nde kurulmuş olan çağdaşı Laodikeia’ya 30 km. , Hierapolis’e ise 20 km. uzaklıktadır.
Tripolis’in ilk kuruluşu hakkında kesin bilgilere sahip olunamamıştır. Ancak, kaynaklarda Tripolis’in ilk adının Apollonia olduğu daha sonra Geç Helenistik Dönem de Tripolis olarak adlandırıldığı ve ilk kuruluşunun Lidya Devleti zamanında olduğuna ilişkin belgelere rastlanılmaktadır. Bununla beraber kentin çevresinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında elde edilen arkeolojik materyal bu bölgedeki yerleşimin günümüzden 6000 yıl öncesine kadar gittiğini kanıtlamaktadır. MÖ 1. yy.a tarihlenen şehir sikkeleri ve epigrafik kaynaklarda kentin ismi Tripolis olarak geçer. Üç küçük topluluğun ya da yerleşimin bir araya getirilmesiyle bir kent meydana getirilerek Tripolis adı verilmiştir. Tripolis ismi MS7yy.da kent terk edilene kadar varlığını korumuştur.
Tripolis Lidya Şehirleri arasında yer almasına karşın Frigya ve Karya bölgelerine ulaşımı sağlayan önemli sınır, ticaret ve tarım merkezlerinden biri görünümündedir ve konumunun verdiği avantaj sayesinde , Lidya - Frigya - Karya üçgeninde gerçekleştirdiği ticaret sonucu bölgenin zengin kentlerinden biri haline gelmiştir.Kuruluş biçimiyle ve şehircilik anlayışı ile yörenin en refah kentleri arasında yer almaktadır.
Tripolis’in ilk kuruluşunun Lidyalılar zamanında olmasına karşın, yüzeydeki kalıntılar uslup olarak Roma ve Bizans Dönemi mimari özelliklerini ve yapı örneklerini göstermektedir.
Kent en ihtişamlı çağını Roma Dönemi’nde yaşamıştır. MS 2. yy.dan itibaren kentte yeni bir yapılanmaya gidilmiş ve şehir kapıları, caddeler, hamamlar, stadium, tiyatro ve meclis binası gibi kamu binaları yapılmıştır. Roma İmparatorluk Dönemi'nde bir dönem Sardeis (Salihli) Conventusu'na (yargı birliği) dahil edilen kent, belli bir zaman diliminde de Apameia (Dinar) Conventusu içerisinde yer alır. MS 3. yy.da Roma’da senatörlük yapan Tripolisli Hermolaos kentin gelişiminde önemli rol oynamıştır
Tripolis, MS 325'te Nicaea (İznik) Konsülü’nde , MS 431'de Efes Konsülü’nde , MS 451'de Chalcedon Konsülü’nde Piskoposluk seviyesinde temsil edilir. Bölgenin aktif fay hatlarına yakınlığı, bunun bir sonucu olarak sık yaşanan depremler şehrin zamanla önemini yitirmesine sebep olmuştur.
Şehir 13. yy.ın ilk yarısında Bizanslılar ile Türkler arasında bir kaç kez el değiştirir. Kentin yaslandığı dağın zirvesinde bir kısmı günümüze kadar sağlam kalabilmiş yuvarlak planlı kulenin dâhil olduğu bir kale kompleksinde 1243'te Nicaea (İznik) Kralı Ioannes Ducas Vatatzes ile Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev bir araya gelerek anlaşma imzalar.1304-1306 tarihlerinden itibaren ise Tripolis/Yenice'nin de içinde bulunduğu bölgede İnançoğulları ve Germiyan- oğulları ile birlikte Türk hâkimiyeti başlar. 1429'da Denizli ve çevresi Osmanlı hâkimiyetine girer.
1993 de ilk kazısı yapılan Tripolis'de kapsamlı arkeolojik kazı çalışmaları 2012 de başlamıştır ve Pamukkale Üniversite'si tarafından sürdürülmektedir. Halen büyük bir kısmı toprak altında olan kent tam anlamıyla ziyarete açık değil . Fakat nazik ve ilgili görevliler gelenleri bilgilendirerek tarihin sayfaları arasında gezinmek tutkusunda olan gezginleri gayet misafirperver bir şekilde ağırlıyorlar.
Stadyum, şehir giriş Kapıları, surlar, tiyatro, hamam boulterion gibi temel yapıları tariflenmiş ama gerek Zaman'ın yıpratması , gerek açığa çıkarılmamış kısımlarından ötürü henüz tam manasıyla görülemiyor . Ama bunun yanında mozaiklerinin tamamı sağlam şekilde olan villa, sütunlu cadde, Hierapolis Caddesi, Agora , Bizans dönemi Kiliseleri, Roma Dönemi Tabernaları kesinlikle görenleri kendine hayran bırakıyor.
Çatı yüksekliği 4.85 m olan iki katlı Tabernaları zamanının alışveriş merkeziymiş ve haklı olarak şehrin sosyal ve ticari yoğunluğuna üs oluyormuş. Taş malzeme üzerine kerpiç kullanılarak yapılan duvarların üzerinde panolara ayrılarak yapılmış renkli freskler gerçekten görülmeye değer. Fresklerde papağan, keklik, güvercin, sülün ve leopar gibi hayvanların yanı sıra sakız kabağı, nar, kayısı gibi meyveler ve gül, gelincik gibi çiçekler de betimlenmiş.
2014 yılının kazı çalışmaları 2 bin 500 metre kare büyüklüğündeki pazar yerinin doğusundaki üstü kapalı sütunlu galeri yakınlarında ve Sütunlu Cadde üzerinde yoğunlaşmış . Ve işte Geç Antik Çağ Anadolu Arkeolojisine önemli bir heykel koleksiyonu bu noktadaki kazılar sayesinde kazandırılmış. 2014 yılı içinde 7 adet 5. Yüzyıla ait, 1.80 m. Boyunda heykel bulunmuş. Onyx ve mermerden yapılmış heykeller büyük bir kısmı tam olarak çıkarılmış. Yaklaşık 20 heykelin olduğu tahmin edilen bölgedeki çalışmalar bu sezon kazı çalışmalarıyla devam edecek. Ve daha fazla antik suret bir kez daha gün ışığına kavuşacak. Antik Dünya'ya ait yöneticiler, dini kişilikler birer birer günümüz Dünyasına uyanacak....
Ve işte bu uyanışlara tanık olmaya tutkun bendeniz de sanırım tekrar ve tekrar antik dönemlerin bu görkemli kentlerini ziyaret etmeye devam edeceğim...
Sonraki ziyaret noktamda görüşmek üzere...