Saklı Güzel Magnesia
İzmir’in 100 kilometre güneydoğusunda, Ortaklar- Söke karayolu üstünde, Aydın İli ,Germencik İlçesinde , turistikten ziyade arkeolojik açıdan aktif zorlu bir arazide ve sessiz ,mütevazı girişiyle buluşur sizinle Magnesia ...İlk bakışta orada bulunduğuna dair hiçbir işaret barındırmayan antik şehir , binlerce yıldır varlığını toprağın kendisine sağladığı bu sağlam kamuflaja borçludur. Ama 1984 yılında başlayan, 30 yılı askın süredir Prof. Dr. Orhan Bingöl’ün himayesindeki antik kazılarla yavaş yavaş güneşle buluşan Magnesia arkeoloji dünyasında nadide bir mücevher gibidir.
Kent efsaneye göre ,Apollon’un kehaneti ve yol göstermesi üzerine Thessalia’dan Anadolu’ya gelen Magnetler tarafından kurulmuş. Şehrin tam kurulduğu yer bilinmese de kayıtlarda antik dönemin ünlü kumandanı Themistokles'in ilk kurulan Magnesia’yı yönetenler arasında olduğu bilinmektedir. MÖ 460’larda Pers Kralı 1’inci Artakserkses, kenti, sürgüne gönderilen Atinalı Komutan Themistokles’e vermiş. Antik dönemin bu ünlü kumandanının ismi ‘300 Spartalı’ filminin devamı olan “300 Bir İmparatorluğun Yükselişi” filmini izleyenlere tanıdık gelecektir. Sadece sikkeleriyle tanınan bu ilk Magnesia, MÖ 399’da terk edilmiş. Diodor, Menderes Nehrinin sürekli yatak değiştirip taşması sonucu meydana gelen salgın hastalıklar ve Pers tehlikesine karşı Atinalı Thibron’un kenti M.Ö. 400-399 taşıdığını yazmaktadır.
İlk şehre verilen ‘Magnesia ad Maeandrum’ adı, ‘Menderes Nehri kenarındaki Magnesia’ anlamına geliyor. Gümüşdağ yamaçlarında, ‘Arkaik Dönem’den beri orada bulunan Artemis Leukophryene Tapınağı’nın olduğu yerde kurulan ikinci yani bugünkü Magnesia kenti ise Menderes’in bir kolu olan antik Lethaios (Gümüşçay) kenarında yer almasına karşın eski adıyla anılmaya devam etmiş. İyonya’da, Efes - Priene - Tralles üçgenini birbirine bağlayan yollar üzerinde askeri ve ticari açıdan stratejik bir konuma sahip bir noktaya kurulan Magnesia, geçmişte tahıl üretimi ve bugün olduğu gibi incirleriyle ünlüymüş. MS 3. yüzyıla ait sikkelerde burası Anadolu’nun 7. kenti olarak tanımlanmıştır. Bizans İmparatorluğu ise 12. yüzyıla kadar Magnesia’yı piskoposluk merkezi olarak kullanmıştır.
Yeni Magnesia çevresi surla çevrili, yaklaşık 1300x1100 m2 bir alanı kapsayan, ızgara planlı cadde ve sokak sistemine sahip bir kenttir. Magnesia’nın bugünkü ünü; tasarım ve uygulamalarıyla günümüze kadar ulaşmış olan mimar Hermogenes’ten kaynaklanmaktadır. Antik yazar, mimar Vitruvius’a göre Hermogenes, Pseudodipteros tapınak planını ve sütun aralıklarına göre tapınak tiplerini belirleyen ilk mimardır. Vitruvius ayrıca Hermogenes’in baş eserinin Magnesia’daki Leukophryne Tapınağı olduğunu da söylemektedir. Hermogenes bu tapınağı arkaik döneme ait ilk tapınağın yıkıntıları üzerine Hellenistik dönemde inşa etmiştir. Tapınak İon düzeninde 8x5 sütunlu olup 67,5x40 m. Boyutuyla Anadolu’nun Helenistik dönemdeki dördüncü büyük tapınağıdır.
1994-2001 yılları arasında Artemis kutsal alanında yürütülen kazı çalışmaları sonucunda tapınağın önündeki altar ile agora arasında mermer döşemeli tören alanı ortaya çıkartılmıştır. Tören alanı çevresi boyutları 3 m.ye ulaşan tanrı kabartmalarıyla kaplı olup, önünde kurban halkaları yer almaktadır. Törenlere katılacak dernek yada grupların duracakları yerleri belirten “Topos” yer yazıtları, alanın iki yanını sınırlayan döşeme blokları üzerinde yer almaktadır. Kutsal alanı çevreleyen stoadan bölümler ortaya çıkartılmıştır. Artemis Kutsal Alanı’nın kuzey stoalarının arkasında yer alan yapılardan bir diğerinin ise latrinaya (genel tuvalet) dönüştürülmüş olduğu anlaşılmıştır. Yapı, iki bölümden oluşmaktadır. Havuzlu ön odaya kuzeydeki kapıdan girilir. Batıdaki kapıdan tuvalet bölümüne geçilir. İki çeşmesi, temizlenmek için su kanalları, delikli oturma sıraları ve altlarında, atıkların yapı dışına ulaşmasını sağlayan eğimli kanalizasyonu olan genel tuvalet 32 kişi kapasitelidir. Günümüzde su bağlantısı hala aktiftir.
Magnesia’nın diğer önemli yapılarından biri de bugün mil altında kalarak ortadan kaybolmuş olan agorasıdır. Agoraya, Artemis kutsal alanından kutsal bir kapıdan girilir. Propylon tümüyle ortaya çıkartılmıştır. Agora 26 000 m2‘lik boyutu ve 414 sütunu ile dönemin en büyük çarşıları arasında yer almaktaydı. Magnesia’da eski çalışmalarda Bizans dönemine ait olduğu düşünülen yapının, 1989-2001 yılarında yapılan kazı çalışmaları sonucu Homeros’un “Odyseia” adlı eserinden tanıdığımız köpek bacaklı Skylla’nın macerasını anlatan kabartmalarla betimlenmiş başlıkların kullanıldığı Roma dönemine ait “Çarşı Bazilikası” olduğu anlaşılmıştır.
.
Günümüze kadar ki süreçte çeşitli nedenlerle tahrip olmasına rağmen, Türkiye’nin ve Dünya’nın en iyi korunmuş stadionu ( stadyumu) Magnesia’dadır. Yaklaşık 30.000 kişilik stadyumun uzunluğu (pist boyutu) 189 m’dir. Yazıtlardan, MS 3. yüzyıla kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Arena podyumunda 129 kabartma bulunmaktadır. Üst galeridekilerle birlikte ise stadyum , yaklaşık 150 kabartmanın sergilendiği bir açık hava müzesi niteliğindedir.Sadece beşi incelenebilen 27 kerkisteki yazıtlar büyük bir arşiv niteliği taşımaktadır. Bu özelliği ile de Stadyumun antik dönemin en önemli yapılarından biri olduğu anlaşılmaktadır.Mermerden inşa edilen stadyumunun duvarlarında boks, binicilik, atıcılık gibi sporların doğuşunu sağlayan oyunların izlerini mermer kabartmalarda görebilirsiniz. Ayrıca kazanan sporculara ödül olarak verilen çelenklerin frizleri de görebileceğiniz kabartmalar arasında. Antik çağlarda doping olarak kullanılan adamotu ise stadyum duvarlarında karşınıza çıkacak bir başka kabartma figürü olmuş. Görkemli yapı aynı zamanda en yüksek stadyum özelliğini de taşımaktadır Karşılaşmaların yapıldığı arena bölümünden başlayan merdivenlerle ayaktaki izleyicilere ayrılan üstteki galeriye ulaşıldığında, yükseklik 45 metreyi geçmektedir.
Magnesia Stadyum'u sayesinde, kombine bilet sisteminin ve şeref tribünü uygulamasının antik çağlardan beri uygulandığını öğrenmekteyiz. Stadyum'da protokole ayrılmış bir bölüm var : ‘Proedrie’ adı verilen bu bölümde bulunan koltukların yüksek sırtlıklarında ve oturma bölümlerinde çok sayıda yazı yer alıyor.Diğer bölümler ise farklı kategorilere sahip. 30 bin kişilik stadyumda Efes Antik Kenti’nden gelen izleyiciler için 2 bin 500 koltukluk bir bölüm ayrılmış. Smyrna (İzmir) ve Myus gibi diğer şehirlerden gelenlere ayrılan yerler de yine oturma bölümlerine yazılan yazılar sayesinde anlaşılıyor. Ayrıca unvan ve mesleklere göre de gruplama yapılmış. İmparatorun, kent yöneticilerinin, başrahibin nereye oturacağı belliymiş. Fırıncılar, tuzlu balık üreticileri, kuşçular, bahçıvanlar ise koltuklarda adları yazılı meslek grupları arasında yer alıyor. Magnesialılar şehirlerini adeta bir eğlence merkezi olarak inşa etmişler, diğer kentlerden gelenler için düzenledikleri festival, şenlik ve organizasyonlarla para kazanmışlar.
Sosyal sorumluluk bilinciyle, Stadyumda psikolojik rahatsızlıkları olan kişilere ayrılmış bir bölümün de olması dikkat çekici başka bir detaydır. Hastaları tamamen sosyal hayattan dışlamak yerine özel ve güvenlikli bir bölümde oyunları izlemelerine olanak tanınmış ve rehabilitasyon süreçlerine katkıda bulunulmuş. Günümüzde böyle düşünceli bir uygulama maalesef hayatımızda yer almamaktadır.
Stadyumun en arkasında yer alan bölüm oyunların ayakta izlendiği kısımmış . Araştırmacılar bu bölümün biletlerinin en ucuz yer olduğunu düşünüyorlar. Günümüzdeki konser-gösteri biletleri için de aynı uygulamalar geçerli . Sanırım insanlık binlerce yıldır aynı sistemleri güncellenmiş mekanlara taşıyarak devam ettirmiş.
Magnesia’da dönemin inşaat tekniklerini inceleyebileceğiniz bir antik tiyatro da yer almaktadır. Dini amaçlı törenlerde kullanılmak üzere yapılmakta iken heyelan nedeniyle yarım kalmış bir yapı olmasına rağmen koltuklarının olduğu bölümler de ilgi çekici detayları yine de görebilirsiniz.
Magnesia’da bugün kısmen görülebilen diğer yapılar arasında ise, Milet’teki Faustina Hamamının bir kopyası olan hamam, Odeon, spor ağırlıklı bir eğitim merkezi olan Gymnasion, Roma tapınağı, Bizans suru ve 5. yy.a ait enine planlı Çerkez Musa Camii sayılabilir
Magnesia , çeşitli hastalık ya da doğal kaynak eksikliğinden terk edilip tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alana kadar, 1000 yıldan fazla sürede ayakta kalmış ve bölge halklarının cazibe ,eğlence merkezi olmuş . Bugün Soke karayolundan geçen sürücüler ,geçmişin bu nadide hazinesinin yanından geçip gittiklerini fark etmeden yollarına devam ederken binlerce yıldır sessiz varoluşuna devam eden Magnesia sabırla bekliyor gezginlerini...